Besmele, hamdele ve salat-ü selamdan sonra… Tasavvufa dair makale yazmaktan asıl maksadımız; tasavvufa karşı insaflı-insafsız itiraz ve eleştirilere hasbelkader cevaplar yazmak, mümkün olduğunca tasavvufa karşı temiz dimağları, saf kalpleri bulandırmaya çalışan müfsitlere reddiyeler yapmak. Fakat reddiyelere geçmeden evvel tasavvuf tarihini mülahhas (özet) olarak nakletmeye çalışacağız. Baş mürşid, Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed Mustafa (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile başlayan ve günümüze kadar gelen İslam Tasavvufu başlıca üç devrede incelenmektedir. 1-Zühd Dönemi 2-Tasavvuf Dönemi 3-Tarikat Dönemi ZÜHD DÖNEMİ Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’den itibaren, tasavvuf kelimesinin kullanılır hale geldiği Hicrî ikinci asrın sonuna kadar olan dönemdir. Henüz tasavvuf kelimesinin kullanılmadığı bu zaman diliminde tasavvufun adı zühddür. Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), vahiy yoluyla İslam’ı Mevla Teâlâ’dan telakki ediyor (alıyor) ve hayatına tatbik ederek kavlî, fiilî, takrirî sünnet ile kendisine indirileni beyan etmek suretiyle ashabına talim ediyor ve bizzat onları terbiye ediyordu (İslam Ahlakı üzere yetiştiriyordu). Allah-u Teâlâ’yı Rasûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimizle tanıyan ve seven sahabe-i kiram efendilerimiz de; “(Habîbim! Allah’ı sevdiğini iddia eden herkese) de ki: “Eğer siz Allâh’ı seviyor iseniz, bana hakkıyla uyun ki Allah da sizi sevsin ve sizin için günahlarınızı örtsün. Allah Ğafûr’dur, Rahîm’dir.” (Al-i İmran:31) ayet-i kerimesinin gereğince Allah-u Teâlâ’ya olan sevgilerini Rasûlüllah’a (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ittiba ederek (uyarak) tahkik ediyorlardı (gerçek olduğunu ispat ediyorlardı). Hem de bunu zamanımızın biz gevşek Müslümanları gibi; “Sonra yaparım.”, “Şimdi müsait değilim.”, “Hele bir emekli olayım.” gibi kuruntularla kaçamak yapmak yerine; “Artık o Rasûl size ne verirse onu hemen alın(, kabul edin), sizi neden engellerse hemen (ondan) vazgeçin! Allah’tan hakkıyla sakının!” (Haşr:7) ayet-i celilesinde emredildiği üzere derhal yapıyorlardı. Lügatta; “Bir şeyden yüz çevirmek ve onu terketmek” manasında, ıstılahta ise “Dünyanın, hesabından korkarak helalini, azabından korkarak haramını terkedip Allah’a ve ahirete yönelmek” manasında olan “Zühd” de bu emir ve tavsiyelerden idi. Çünkü Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), zühd üzere bir hayat yaşamayı seviyor ve ashabına da bunu tavsiye ediyordu. Nitekim Rasûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem); “Âgâh olunuz ki; muhakkak dünya mel’undur (Allah’ın rahmetinden uzaktır). İçindekiler de mel’undur. Ancak Allah’ın zikri, ona (zikre) yardımcı olan şeyler, alim ve talebe müstesna (onlar da mel’un değildir).” (Tirmîzî) hadis-i şerifinde dünyanın Allah’ın rahmetinden uzak olduğunu bildiriyordu. “Dünyayı sevmek bütün yanlışların başıdır.” (Hilye’tül-Evliya) rivayeti ise dünyanın ne kadar tehlikeli bir şey olduğunu anlatıyordu. Kendisine gelip “Ya Rasûlellah! Bana öyle bir amel göster ki onu yaptığım zaman Allah-u Teâlâ da, insanlar da beni sevsin.” diyen sahabîye; “Dünyadan yüz çevir (dünyaya karşı zühd üzere ol) ki Allah-u Teâlâ seni sevsin, insanların ellerinde olandan da yüz çevir (onların mallarına tamah etme) ki insanlar seni sevsin.” (İbn-i Mace) buyurmuştur. İbn-i Ömer (r a) şöyle demiştir; Bir gün Rasûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) elini omuzuma koyarak şöyle buyurmuştu; “Dünyada garib bir kimse gibi, ya da bir yolcu gibi ol.” (Buharî) Efendimiz bir başka hadisi şerifinde; “Dünya, müminin zindanı, kafirin cennetidir.” (Müslim) buyurmuştur. Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)‘in zühdü hakkındaki rivayetler sayılmayacak kadar çoktur. Burada Hasan Kamil Yılmaz Hocamızın Ana hatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar adlı eserindeki şu cümlelerini zikretmekle iktifa edelim: “Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in evinde günlerce ateş yanmaz, bir çorba bile pişmezdi. Üç günden fazla üstüste karnını doyurduğu olmazdı. Yiyecek bir şey bulursa yer, değilse oruca niyet ederdi. Nitekim Hazreti Ömer: “Ben Rasulullah’ın bütün bir gün açlıktan kıvrandığını ve karnını doyurmak için âdî bir hurma bile bulamadığını gördüm.” derdi. Allah Rasulü vefat ettiği zaman, arkasında ne altın, ne gümüş, ne de cariye bırakmıştı. Sadece binmekte olduğu beyaz bir katırla, silahı, bir de yolcular için vakfettiği bir arazisi kalmıştı. Hatta vefatı sırasında bir vesk (ölçek) arpa karşılığı zırhı bir Yahuhide rehindi. Allah Rasûlü, ömrü boyunca zahidâne bir hayat yaşadı. Yünlü, pamuklu, yamalı, yamasız, ne bulduysa onu giydi. Ne bulduysa onu yedi. Pabuçlarını, elbiselerini kendisi yamadı. Merkebe bindi, koyun ve keçilerini bizzat sağdı. Zengin-fakir herkesle el sıkışıp görüştü. Kilim üzerinde uyudu.”(Ana hatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar, sf;31-32)
ŞEFİK KOCAMAN HOCA EFENDİ 06,06,2016
Featured Posts
- Blogger Yorumları
- Facebook Yorumları
Kaydol:
Kayıt Yorumları
(
Atom
)
0 yorum:
Yorum Gönder