Besmele, hamdele ve salat-ü selamdan sonra… Gündemde olan mühim bir meseleye temas etmek istiyorum. Dört hafta önce (22.04.2016) camilerde okunan bir hutbe vardı. Hutbede; “İslam coğrafyasını üç büyük fitne ateşi sarmış vaziyettedir.” denilmiş ve bunlar mezhepçilik, ırkçılık ve terör olarak zikredilmiştir. Anlaşılan o ki bu söylem Anadolu’nun temiz Müslümanlarına suret-i haktan görünerek kabul ettirilmeye çalışılmaktadır. Mezhep meselesi: Her zaman dile getirmeye çalıştığımız gibi; İslam, Ehlisünnet inancıdır yani Sünnilikten ibarettir. Sünnilik, Rasûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in sünnetini yani yolunu takip etmektir. Sonradan çıkan mezheplere karşı Peygamber Efendimizin (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) getirdiği hakka, hidayete tabi olanlara verilen isimdir. Asla sonradan ortaya çıkan sapık mezheplerle kıyaslanması caiz değildir. Şuan bir milyar sekiz yüz milyon civarında olduğu tahmin edilen Müslümanların en az bir buçuk milyarı sünni Müslümandır. Bu kahir çoğunluk demektir ki Rasûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz, ümmetinin çoğunluğunun haktan sapmayacağını ihtilaf halinde de sevad-ı a’zam yani büyük karaltı, çoğunluk neredeyse orada olunması gerektiğini beyan etmiştir. İslam tarihinde; Maturîdîlerle Eş’arîlerin ya da Hanefîlerle Şafi’îlerin savaştığını gören var mıdır? Hayır… Ehlisünnet mezhepler daima birbirlerini sevmiş ve birbirlerine hürmet edegelmişlerdir. Asla mezhep savaşı olmamıştır. Mezhep savaşı yapanlar, kendileri gibi düşünmeyen, inanmayan herkesi kâfir, müşrik kabul ederek onların kanlarını, mallarını ve ırzlarını helal gören Şiiler, Hariciler ve Haricilerin bu günkü devamı olan Vehhabilerdir. Son asra kadar İslam dünyasına daima sünniler hâkim olmuş, değil bidat ehli İslam fırkalarına Yahudilere, Hristiyanlara ve hatta putperestlere bile fitne çıkarıp kan dökmedikleri müddetçe müsamaha ile muamele etmiş din işlerine karışmamışlardır. Irkçılık meselesi: Elbette ırkçılığın mel’un olduğunu biliyoruz. Fakat, Rasûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimizin beyan ettiği gibi; kişinin ırkını, kavmini sevmesi ırkçılık değildir. Bilakis kişinin haksız olduğu halde kavmini savunması ırkçılıktır. Bizler ecdadımızı yani Osmanlıyı ve Selçukluları İslam’a ve Müslümanlara bin yıl adaletle, edeple, tevazuyla hizmet ettikleri, İslam’ı ve Müslümanları canlarını hiçe sayarak kahramanca savundukları için seviyoruz. Nitekim geçtiğimiz sene Fas ziyaretimizde Tanca’nın güneyinde bir âlimin, velinin kabrini ziyaret ederken karşılaştığımız doksan yaşlarında bir zat bizim Türk olduğumuzu ve Türkiye’den geldiğimizi duyunca gözleri yaşla dolarak şunları söyledi: “Sizin dedeleriniz İslam uğrunda kâfirlerle cihad ettiler ve dünyanın her yerinde İslam’ı savunup Müslümanlara sahip çıktılar. Sizin dedelerinizin hakkı ödenmez.” Dağılan, memleketleri işgale maruz kalan, kâfirlerin zulmü altında inleyen bu ümmeti toparlayıp tek vücut haline getirebilecek millet bu millettir. Şunu itiraf etmek lazım ki; Ümmet-i Muhammed’in Türk milletine ihtiyacı vardır. Dolayısıyla mesele Türklük meselesi değil, Türklerin İslam’a olan hizmetleridir. Biz başka bir milletlerin arkasına kuyruk olacak bir millet değiliz. İnsanlığa yön vermiş şanlı bir tarih yazmış imparatorluklar kuran bir geleneğe sahibiz. Ashab-ı kiramdan sonra tarihin en kahraman ve en adil milleti bu millettir. Bu gün bizlerin ve tüm İslam âleminin yeniden dirilmek için muhtaç olduğumuz inanç, fikir ve hayat tarzı Rasûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimizin; “Ne güzel kumandan” ve “Ne güzel asker” buyurarak övdüğü Fatih Sultan Mehmed’in, hocası Mola Gürani ve Molla Hüsrev’lerin, manevi üstadı Akşemsedddin’lerin inancı, fikri ve hayat tarzıdır. Bu da kuşkusuz itikatta Ehlisünnet vel-Cemaat inancı, amelde dört hak mezhep ve Kur’an ve Sünnet ışığında tasavvuf ahlakıdır. Dirilişe giden yol onların yoludur. Diyanetin hutbesine dönecek olursak; Anadolu’nun bin yıllık eksenini kaydırmak ve İslam’ın doğru anlayışı olan ehlisünneti yıkmak için var gücüyle çalıştığı izlenimi veren bu kurumun okuttuğu mezkur hutbede, Anadolu İslam toprağı oldu olalı kabul görmeyen fikirler dile getirilmiş ve yanlış anlamalara sebebiyet verilmiştir. Malum hutbede tecessüm eden fikir ve sonrasında bazı çevreler tarafından sıkça gündeme getirilen söylemlerin olası neticelerini mülahaza ederek şunları söylemek yerinde olacaktır: Evet, İslam coğrafyasını ve özelde Türkiye’yi tehdit eden üç büyük fitne vardır: Bir: Mezhepsizlik: Bu, Allah’ın bir arada tuttuğu bir buçuk milyarı dağıtmak ve ümmeti bir buçuk milyar mezhebe bölmek anlamındadır. Zira din ulularının yolunu terkedenler yani mezhep imamlarının fetvalarından uzaklaşanlar ya ehil olmadığı halde kendi görüşleriyle hareket edecek ya da kim bilir hangi müçtehit müsveddesi sapığı taklit edecektir. Bu tefrika ve parçalanmanın en kötü olanıdır. İki: Ümmeti birleştirebilecek olan bu milletin “Irkçılık yapmayın.” denilerek Türklüğünün sulandırılması ve ümmetin bir daha asla toparlanamaz hale getirilmesi. Üç: Mezhepsizleşenlerin ayet ve hadisleri kafalarına göre yorumlayıp kendileri gibi düşünmeyenleri kâfir, müşrik kabul etmeleri ve netice olarak da kanlarını helal görüp acımasız terör eylemleri yapmaları. Allah, cümle Ümmet-i Muhammedi bu bela ve fitnelerden muhafaza eylesin. Âmîn…
ŞEFİK KOCAMAN EFENDİ 23,05,2016
Featured Posts
- Blogger Yorumları
- Facebook Yorumları
Kaydol:
Kayıt Yorumları
(
Atom
)
0 yorum:
Yorum Gönder