Featured Posts

TASAVVUF - 2

Besmele, hamdele ve salat-ü selamdan sonra… Başladığımız “Tasavvuf” konusuna kelimenin aslına dair malumat vererek devam edelim. Peygamber Efendimiz’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) zamanında ilimler bir mülahaza edilirdi. Ku’ran-ı Kerim ve sünnet-i nebeviyye, bütün yönleriyle ahzedilir (alınır) ve bunları bilene “Kâri” (okuyucu) denirdi. Ne fıkha fıkıh, ne akaide akaid, ne tefsire tefsir deniyordu. Diğer ilimler de böyleydi. Hazreti Ali’ye isnat edilen; “İlim, bir noktadır. Onu cahiller çoğalttı.” sözünde olduğu gibi ashab-ı kiramın sahib olduğu o nokta, daha sonradan genişlemeye başladı. Hicrî ikinci asırda İslam coğrafyası genişlemiş, muhtelif kavimler Müslüman olmuş ve birçok yeni meseleler ortaya çıkmıştı. Kur’an ve sünneti bütün yönleriyle ihata eden ashab-ı kiram devrinin sona ermesiyle de her ilimle meşgul olan, her fen ile ihtisas eden alimlere ihtiyaç zuhur etmişti ve bu devirde yani ikinci asırda ilimlere isimleri verilmeye başlanmıştı. “Sûfî”, “Tasavvuf” kelimeleri de bu asrın ilk yarısının sonuna doğru kullanılmaya başlanmıştı. “Nefehâtül-Üns”de Molla Camî hazretlerinin beyanına göre, sûfî ismi verilen ilk zat Kûfe’de doğup hayatının büyük kısmını Şam’da geçiren ve orada hicrî 150 tarihlerinde vefat eden Ebu Hâşim isminde bir zattır. Tasavvufî hayat, Rasûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) devrinde en kâmil şekliyle yaşanıyordu. Rasûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) mürşid, ashab-ı kiram da mürid idiler. Zikir hayatları, rabıta tabiatları, murakabe (tefekkür) de meşguliyetleriydi. İmam-ı Rabbanî hazretlerinin buyurduğu gibi; “Şu cemaat (ashabın aleyhine söz söyleyenler) insaf edip beşerin en hayırlısı olan Rasûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile beraber olmanın şerefini kabul etseler ve bilseler ki; onların (ashab-ı kiramın) nefisleri, Rasûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in sohbetinde heva ve hevesten temizlenmiş, göğüsleri kin ve düşmanlıktan pak olmuştur. Ve bilseler ki onlar dinin büyükleri, İslam’ın ileri gelenleridir. Onlar, İslam davasının yücelmesi, ins-ü cinnin efendisine yardımda gayretlerinin tamamını harcamışlardır. Din-i metini kuvvetlendirmede gece-gündüz, gizli-aşikâr mallarını harcamışlardır. Allah Rasûlü’nün (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) sevgisi uğrunda aşiretlerini, kabilelerini, evlatlarını, hanımlarını, vatanlarını, meskenlerini, pınarlarını, ziraatlerini, ağaçlarını, nehirlerini (her şeylerini) terketmişlerdir. Rasûlüllah’ı (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) kendilerine, onun sevgisini kendilerinin, evlatlarının ve mallarının sevgisine tercih etmişlerdir. Onlar vahyi ve vahiy meleğini müşahede etmişler, mucizeleri ve harikulade olayları görmüşler, neticede de ğaybları şehadet, ilmelyakin bilgileri aynelyakin olmuştur.” (Cild:2, Mektub:96) Bu vasıflar hangi âlimde, hangi şeyhte, hangi abidde, hangi dervişte, hangi zahitte, kısacası; kimde bir araya gelmiştir ki! Evet! Asr-ı saadette; “Sûfî”, “Tasavvuf”, “Mutesavvıf” gibi kelimeler kullanılmıyordu. Fakat tasavvufî hayat, en canlı bir şekilde mevcuttu. SÛFÎ VE TASAVVUF KELİMELERİNİN ASLI Sûfî kelimesinin aslı hakkında ihtilaf edilmiştir. Bazı görüşler şöyledir: -Asr-ı saadette Müslüman olup vatanlarını, ailelerini, evlatlarını, mallarını terkeden ve Medine’ye gelip yerleşen fakir sahabe-i kirama Mescid-i Nebevî’de, “Suffe” diye tahsis edilen bir yer vardı. Fakir ve garib olan bu ashab bu yerde kalırlar, ilim ve ibadetle meşgul olurlardı. Onlar gibi dervişane hayat süren ve ibadetle meşgul olanlara, “Ashab-ı Suffe”nin “suffe”sinden yola çıkarak sûfî denmiştir. -Sûfîlerin kalp temizliğine önem vermelerinden, tasavvufun bir kalp tasfiyesi olmasından hareketle temizlik, paklık manasına gelen “Safâ” veya “Safvet”ten dolayı sûfî denmiştir. -Sûfîlerin, ibadet ve takvaya önem verdikleri için “Saff-ı Evvel”de olmaları lazım geldiğinden bu isimle anılmaktadırlar. Bu görüşlerdeki benzetme ve yakıştırmalar her ne kadar doğru olsa da Arap dil kaideleri göz önünde bulundurulduğunda sûfî kelimesinin bunlardan gelmesi mümkün değildir.  Başka görüşler de bulunmakla birlikte en doğru olanı İmam-ı Gazali’nin de söylediği gibi peygamberlerin, salihlerin yolu ve zühd alameti olan yünden elbise giyme adetine binaen yün manasına gelen “Sûf”dan gelmesidir. Bu yola girme, bu yolda bulunma ve bu yola çalışma anlamında da “Tasavvuf” kelimesi kullanılmıştır. Tasavvuf ehline vatanlarını terkettikleri veya bu dünyada bir yolcu gibi hayat sürdükleri için garipler manasında “Gurebâ”(garib kelimesinin çoğulu), bütün mülk Allah’ındır, bizim hiçbir şeyimiz yoktur veya biz herdem daima Allah’a muhtacız fikri üzere olduklarından fakirler manasında “Fukarâ” (fakir kelimesinin çoğulu) da denmiştir

ŞEFİK KOCAMAN HOCA EFENDİ 30,05,2016
Paylaş: Google Plus

Yazar: Ehli Sünnet Vel Cemaat Müdafaa

    Blogger Yorumları
    Facebook Yorumları

0 yorum:

Yorum Gönder