Featured Posts

MEHMET OKUYANIN SAPKINLIKLARI 2


BANA MEHMET OKUYAN’I TANITMAYIN !

Şu yaşıma dek kimsenin şahsıyla bir derdim olmamıştır, olmaz da. Ferdî mevzularla ilgili konularda “Görmüyor kendisinin pür hezeyan kellesini, görüyor başkasının zerre kadar zellesini” şeklindeki mısraın tazammun ettiği ince mana rehnümam olmuştur her dem. 

Bu gibi konularda “Sizden biriniz kardeşinin gözündeki ufak bir tozu dahi görüyorken kendi gözündeki kütüğü görmüyor” [1] şeklindeki Nebevî ihtarı düstur edinmişimdir her zaman.

Bütün bunlar insanların kişisel ayıpları ve mahfi günahlarıyla ilgili olan kısımdan bahsetmekte. Ancak mesele ümmeti bağlayan, İslam’ı zedeleyen, akidemizi örseleyen ve bütün aidiyetlerimizi yerle yeksan eden bir konu olunca iş değişir ve değişmelidir. Bu konu hakkındaki Nebevî tutum ve sahabe ahlakı da böyledir ve bunu rivayet kitaplarının özellikle “Kitabu’l-İ’tisâm bi’l-Kitab ve’s-Sünne” bölümüne az-çok muttali olanlar bilir. 

Gerek ders ve seminer gibi faaliyetler için çağrıldığım meclislerde ve gerekse kaleme aldığım bir kısım makalelerdeki eleştirilerim üzerine bazı kardeşlerimin “O mevzu öyle değil, Okuyan hoca öyle demiyor, o aslında şunu demek istedi” gibi cümlelere benzer sözlerle yaptıkları itirazlara hedef oluyorum. 

Öncelikle şunu belirtmek isterim: İlimle iştigal eden arkadaşlar da bilirler ki ulemanın bir kısım ifadelerinde işkâller olur ve bu talib-i ilim olan kimseyi yorar. Yahut bazı ibareler kimi zaman okuyanıyla konuşmaz ve saatlerce sizin kitap başında kalmanıza vesile olur. İşte bu tarz icmaller bir kelamı yanlış anlamanıza vesile olabilir. Yahut farklı etkenler de bu konu da müstakil bir sebep olma niteliğindedirler. Eşref Ali Tehanevî’nin “el-İntibahat”ı, yahut Habenneke’nin “el-Akîdetu’l-İslamiyye”’sinin ilgili bölümü bu konuda yeterli malumatı verirler zaten… 

Ama biz burada ne İbn Hümam’ın “Tahrir”’i ne de Îcî’nin “Mevakıf”’ından bahsediyoruz. Biz burada konuşmasındaki sathîliğin ve sığlığın tabanla müsavi olduğu birisinden bahsediyoruz. Bizim burada bahsini yaptığımız kişinin niyeti de belli ameli de. Saklamıyor zaten, açık bir şekilde sünnet ve hadise mesafeli olduğunu haykırıyor bütün hissiyatıyla. 

Müşahhas bir misal çerçevesinde biraz daha aydınlatalım konumuzu:

Of’ta, babamın takdimciliğini yaptığı bir kutlu doğum etkinliğine davetli olarak katılan Mehmet Okuyan orada da mahareti(!)ni sergilemiş ve –tabir yerindeyse- eteklerindekini dökmüştü bundan takribi on yıl kadar önce. Hadiseyi bilfiil müşahidi olan babamın yazısından alıntılıyorum: 

“ (…) Of’ta kutlu doğum etkinlikleri çerçevesinde düzenlenen konferansta konuşan 19 Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyelerinden Doç. Dr. Mehmet OKUYAN da konuşma ve tavırlarıyla Hz. Peygamber’i üzmüştür. Konferans bitiminde kendisine eski Of Müftüsü Resul GÜMÜŞ Bey tarafından takdim edilen gülü aldıktan sonra tekrar mikrofonu eline alıp aynen şunları söylemiştir: “Bu gül çok güzel bir şey, Muhammed ﷺ ’i temsil ediyor. Ancak bana gül değil de Kur’an takdim edilmesini arzu ederdim. Bir daha ki gelişimde bana gül değil Kur’an verin.” [2] 

Bu tavır çok söz götürürse de ben yazının hacmini göz önünde bulundurarak kanaati okuyucuya bırakıyor ve tek cümlelik “Bu Peygamber’le Allah’ın arasını tefrik etmek değilse nedir?” istifhamıyla iktifa ediyorum.

Bir diğer hadise;

Of’ta Kavakpınar (Yaranoz)’da katıldığı bir icazet merasiminde bir ayet-i kerimeyle ilgili şahsi görüşünü kürsüden dillendiren Okuyan’ı muhterem bir hoca efendi sohbetten sonra ikaz eder. Ve “Bu konuda Buhari’deki şu rivayet senin dediğinin aksini söylemektedir. Hz. Peygamber bu ayeti zaten açıklamış, böyle bir manaya niçin gidelim? Bu hadisi niçin zikretmediniz” der. Okuyan’ ın cevabı nettir: “İhtiyaç duymadım.”

Şimdi soruyorum: Sefer ayetiyle ilgili kendisine sorulan “Biz bunu Kur’an’da bulamamamıza rağmen niçin seferde namazımızı kısaltıyoruz? Hâlbuki biz Kur’an’da sadece korku namazının zikredildiğini görüyoruz ”şeklindeki soruya “Ey kardeşimin oğlu! Allah Muhammed ’i gönderdiğinde biz hiçbir şey bilmiyorduk. Şu halde biz sadece Resulullah ’ın yaptığını gördüğümüz şeyi yaparız. Seferde namazı kısaltmak Resulullah ﷺ ’ın takip ettiği bir yoldur” [3] cevabını veren İbn Ömer (r.a) ’le Kur’an hakkındaki şahsi görüşünü ille de diretmek ve haklı çıkarmak adına Hz. Peygamber ﷺ ’in sahih bir ayet tefsiri için “ihtiyaç duymadım” ifadesini kullanabilen Okuyan’ ın yolu aynı yol mudur?

Biliyorum, yine birileri çıkacak ve “Öyle demek istememiştir” gibi hezeyanlar savuracak. O halde soruyorum: Buhari rivayeti karşısında bir müminin yapacağı şey şundan başka ne olabilir: Ya bu rivayetin senet ve metin tenkidini yapıp mukni bir şekilde rivayetin Hz. Peygamber ﷺ ’e ait olmadığını ispat edecek, ya da Kur’an’a uyacak ve “ Ne inanan bir erkek ne de inanan bir kadın için Allah ve Resulü bir işe hükmettiğinde kendiişlerinden birini seçmeleri olamaz” [4] ayeti gibi Resul’e itaat ve ittibaya çağıran onlarca ayetle amel edecektir.

Ama gel gör ki; heyhat, “Müminlerin seslerini dahi Hz. Peygamber ﷺ’in sesinden daha yüksek çıkartmalarının amellerinin iptaline kadar gideceğini haber veren Kur’an’ın sözde okuyucusu Okuyan, şahsi tefsir çıkarımlarını ve kişisel istinbatlarını Peygamber ﷺ’in tefsirinin önüne takdim etmekte hiçbir beis görmüyor ve gayet rahat bir tavırla “ihtiyaç duymadım” diyebiliyordu.

O günden bu yana farklılık arz edecek en ufak bir değişme var mı? Pek tabi ki yok, olamaz da. Çünkü Müminlerin cumhurunun yolunu bırakıp da şaz görüşlerle yeni bir İslam anlayışı türeten kişilerin ilk cezasının tercih ettiği batıl inancıyla baş başa bırakılmak olduğunu söyleyen bizzat Kur’an’dır. [5] 

Rabbimiz! Bizi hidayet buyurduktan sonra kalplerimizi kaydırma ve bize tarafından bir rahmet bahşet! [6] 

Sözün özünü söyleyelim öyleyse dostlar! 

Okuyan gibilerinden ötürü ümmet adına en ufak bir kaygım yok şahsen benim. 

Çünkü bunların Oku yandır ve tarihten bu yana hedefini hiçbir dem bulmamıştır, bulamaz da zaten. 

Bunlardan kat kat daha birikimli ve sünnete mesafeli tavrın atası sayabileceğimiz Alois Sprenger’lerin adını duyan var mı sahiden? Kuraniyyûn ekolünün mesnetleri Abdullah Çekralevî, Ahmeduddin Amritsârî, Gulam Ahmet Perviz, Seyyit Ahmet Han’ların sanından bahseden var mı hiç? Hepsi tarihin çöplüğündeki layık olan yerlerindeler şu an.

Bu gök kubbe altında 13 asra yakındır Şark’tan Garb’a her dem konuşulan yine Ebu Hanife’dir. On üç asra yakın zamandır adı anıldığında ağızlardan Rahimehullah cümlesinin eksik edilmediği kişi yine İmam eş-Şafii’dir. 

Adları hadis halkalarında yüz yıllardır sena ve rahmetle anılan yine İmam Malik’ler ve Ahmed b. Hanbel’lerdir. 

Yüz yıllardır ders halkalarındaki rahlelerin üzerinde yine İbn Salah’lar, Gazaliler, Razi’ler, Cürcani’ler, Taftazâni’ler, İbn Hacer’ler, Aynî’ler, Mollla Hüsrev’ler, Münavi’ler, Suyuti’ler, Ailyyu’l-Kârî’ler, İbn Abidin’ler, Halebi’ler’in eskimez eserleri vardır ve kıyamete kadar da eksik olmayacaktır biiznillâh. 

İşte bu Allah Teâlâ’nın ehl-i sünnetin yolunun hakkaniyetine adeta bir delil olarak tayin ettiği bereket değil de nedir kardeşlerim?

Nerede tarihin fî sayfalarına gömülen Mu’tezile? Nerede Hariciye, Mürcie, Neccariye, Cebriye ve Dırariye gibi yüzlercesi? Hepsi Şehristani’nin “el-Milel”i, İbn Hazm’ın “el-Fisal”i, İsferâyini’nin “et-Tabsir”i veya Sırrı Giridî’nin “Ârâu’l-Milel”’inin sayfalarında kaldılar.

Yazık!!! 

ÖMER FARUK KORKMAZ-----------------------------------

[1] Benzer bir rivayet için bkz. Buhari, “el-Edebu’l-Müfred”, No: 886[2] Kemal KORKMAZ, “Cemre Dergisi”[3] Nesaî, Kitabu Taksiri’s-Salat fi’s-Sefer, No: 1434, İbn Mace, “Sünen”, Kitabu İkameti’s-Salat, No: 1066, Suyuti, “ed-Dürru’l-Mensur”, II/609, Daru İhyai’t-Türasi’l-Arabî, Beyrut-Lübnan, 2001, B.I[4] Kuran, Ahzab, 36[5] Kur’an, Nisa, 115[6] Kur’an, Âl-i İmrân, 8
Paylaş: Google Plus

Yazar: Ehli Sünnet Vel Cemaat Müdafaa

    Blogger Yorumları
    Facebook Yorumları

0 yorum:

Yorum Gönder