Featured Posts

ZÜHD DÖNEMİ - 2

Besmele, hamdele ve salat-ü selamdan sonra… Ashab-ı kiram hazerâtı, her işte olduğu gibi zühd işinde de Rasûlülah’a (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) kemal üzere ittiba etmişlerdi. Sıddık-ı Ekber (En büyük sıddık); Hazreti Ebu Bekir (Radıyallahu Anh) Hazretlerinin “Ceyş’ül-Üsra”ya (zorluk ordusuna) malının tamamını verdiği, Abdurrahman bin Avf’a (Radıyallahu Anh) “Sizden birinin, boynunun vurulması dünyaya dalmasından daha iyidir.” buyurduğu nakledilmiştir. Hazreti Ömer Efendimizin asla iki çeşit yemek yemediği, onun zamanında büyük toprakların fethedilmesine ve beyt’ül-malın (hazinenin) dolup taşmasına rağmen günlük yiyeceğinden fazla maaş almadığı ve imparatorluklardan, krallıklardan gelen elçileri karşılamak üzere yedi yamalı cübbe yerine ince kumaştan daha iyi bir elbise giymesini kendisine tavsiye eden Aişe Validemizin karşısında hıçkırarak ağlayıp; Rasûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ve Hazreti Ebu Bekir (r a)’ın böyle yapmadığını, ahirette onlara kavuşmak için kendisinin de asla böyle şeyler giymeyeceğini söylediği rivayet edilmiştir. Hazreti Osman’ın Tebük Seferi öncesi orduyu hazırlamak için ticaret kervanının tamamını infak ettiği, kölesiyle elbise satıcısına gidip iki gömlek satın aldığı ve kölesine iyi olanı verip diğerini kendi giydiği ve çok zengin olmasına rağmen zühd ve takva üzere yaşadığı, Hazreti Ali’nin ise zamanında dünyanın en büyük devleti olan İslam Devletinin başı ve emir’ül-müminîn olmasına rağmen ashabın en fakirlerinden biri olduğu muteber kitaplarda yazılıdır. Hulefa-i Raşidînin dışında ashab-ı suffeden başlamak üzere bütün sahabe-i kiram zühd üzere yaşadılar. Burada Hazreti Selman-ı Farisî’nin vefatı hadisesini zikrederek iktifa edelim: Hazreti Selman (r a) vefat edeceği zaman ağlamıştı. Kendisini ziyarete gelen Sa’d bin Ebi Vakkas (r a): “Seni ağlatan nedir?” diye sorduğunda da şöyle demiştir: “Rasûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bize; “Sizden birinin azığı (malı) bir süvarinin azığı kadar olsun.” buyurmuştu. Halbuki benim, şu gördüğünüz kadar azığım (malım) vardır.” Hazreti Selman’ın çok görüp ağlamasına sebep olan mal ise onbeş dirhem dahi etmeyen bir su testisi, bir yemek kabı ve bir abdest ibriğinden başka bir şey değildi. Sahabe sonrası yani tabiîn dönemi tasavvuf; yani zühd üzere yaşamayı esas edinen büyüklerin başında Üveys el-Karanî, Hasen-i Basrî, Said ibni Müseyyeb, Cafer-i Sadık gibi mümtaz zevat gelmektedir. UVEYSİLİK VE HIRKA Üveys el-Karanî Hazretleri, Yemen’den Medine’ye kadar gelmiş, Rasûlüllah’ı göremeden geri dönmüştür. Bununla birlikte Peygamber Efendimizin (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) gıyâbî iltifatına mazhar olduğu ve hırkasının kendisine hediye edildiği naklolunmuştur. Bu kıssadan hareketle mürşidini görmeden ondan manevi yolla istifade edip kemalât sahibi olmaya “Üveysilik” denmiş ve tekkelerde hırka tevarüsü adet olmuştur. Tabiîn sonrası zahidlerin başında Ebu Hasim Sûfî (Ö: 150/767), Davud-u Tâî (Ö: 161/777), Rabia’tül-Adeviyye (Ö:185/801), Fudayl bin İyad (Ö:187/802), Şakik-i Belhî (Ö:194/809), Maruf-u Kerhî (200/815) zikredilmektedir. Bunlardan Ebu Haşim, İslam tarihinde ilk olarak “Süfi” lakabını kullan ve ilk tekke inşa eden, Şakik-i Belhî’nin talebesi olan Maruf-u Kerhî hazretleri de ilk defa tasavvufu tarif eden kimsedir. Bu zevat aynı zamanda “İlk dönem tasavvuf büyükleri” olarak zikredilmektedir. Bu dönemde tasavvufun yeşerdiği merkezler; Medine, Küfe, Basra ve Horasan idi. Medine Medine; Rasûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ve onun ashabından itibaren daima bir zühd-tasavvuf merkezi idi. Tabiîn ve Tebe-i Tabiîn ve sonrası siyasi çalkantılardan kaçanlar Medine’ye sığınıyorlardı. Medine her haliyle bir tasavvuf şehriydi ve bu dönemlerde Medine’de tasavvuf hayatında Said bin Müseyyeb (Ö:90/709) ve İmam-ı Malik (Ö:179/795) isimleri öne çıkıyordu. Küfe  İlk “Sûfî” lakabıyla anılanlar küfeden çıkmıştır. Tavus bin Keysan, Said bin Cübeyr ve Ebu Haşim Sûfî, Süfyan-ı Sevrî, Davud-u Taî, İbni Semmak gibi pek çok zevat burada yetişmiştir. Basra Basra da Medine-i Münevvere gibi siyasetten uzak, zühd hayatının bir merkezi idi. Basra’da başını Hasen-ı Basrî Hazretlerinin çektiği tasavvufi hayat onun talebeleri olan Habib Acemî (Ö:115/733), Muhammed bin Vasi (Ö:127/744), Malik bin Dinar (Ö:131/748), Eyyüb Sahtıyanî (Ö:131/748), Ferkad Sabahî (Ö:131/748), Abdülvahid bin Zeyd (Ö:177/793) vasıtasıyla devam etmiştir. Muhammed bin Sîrîn (Ö:110/729) ve Rabia el-Adeviyye (Ö:185/801) de Basra zahidlerindendi. Horasan Horasan ve Mâverâunnehr olarak anılan bölge İslam tarihinde tasavvufun kökleştiği ve hayat tarzı haline geldiği yerdir. Anadolu’nun İslamlaşmasında en büyük vazifeyi bu bölgenin sûfîleri ifa etmiştir. Sultanımız Mahmud Efendi Hazretleri (Kuddise Sirruhu) de; “Kişiye makamının (memleketinin) Buhara olması izzet ve şeref olarak yeter.” şiirini okuduktan sonra: “Bize şeriat da tarikat da oradan geldi.” buyurmuştur. Hindistan havalisini ihya eden İmam-ı Rabbanî Hazretleri, bu bölgenin faziletlerini ve bereketlerini saydıktan sonra; “Hulasa; her ne şeyde ki zahirin salahı ve batının felahı vardır, hep oradan (Maveraunnehr’den) alınmıştır.” (Mektubat, Cild:3, mektub:99) buyurmuştur. Bu bölgenin ilk dönem en meşhur zahidleri-mütesavvıfları İbrahim bin Edhem (Ö:161/777), Fudayl bin İyad (Ö:187/802) ve Şakik-i Belhî (Ö:194/809) hazeratıdır. Mevla Teâlâ, cümlemizi bu dostlarına zahiren ve batınen ittibaya (uymaya) muvaffak kılsın. Âmîn…

ŞEFİK KOCAMAN HOCA EFENDİ 07,06,2016
Paylaş: Google Plus

Yazar: Ehli Sünnet Vel Cemaat Müdafaa

    Blogger Yorumları
    Facebook Yorumları

0 yorum:

Yorum Gönder