Mevzu hadislerin tespit edilip sahih ve sabit sünnetten ayrılması, din konusunda yapılması gereken en önemli faaliyetler arasında sayılabilir.[118] Zira ancak bu faaliyetle dinde ihdas edilecek bidatlerden sakınmak mümkün olacaktır. Bu anlamda hadis hafızları üzerlerine düşen vazifelerini yaparak hadis ricalini tenkit edip bunu gıybet saymamışlar[119] ve hadis tenkidi yapmışlardır. Bu, dinin muhafazası adına onlar için olmazsa olmaz bir vecibedir.
Beri yanda hadisleri hüsn-ü zan üzere nakledip sıhhat zaaf ayrımı yapmayan salih insanlar, hadislerin daha çok amel boyutuyla ilgilenmişler ve bu sebeple birçok hadis nakletmişlerdir. Bu tavır karşısında pek tabii olarak muhaddisler tarafından -ibadetleri ve takvaları teslim edilmek kaydıyla- bu mevzuda tenkit edilmişlerdir. Bizlere düşen bu noktada işin ehli olan muhaddisleri dinlemek ve onların hadis dediğine hadis demek ve demediklerine de hadis demeyip nakletmemektir.
Ehl-i sünnetin bil-ittifak tutumu budur.Keşif ve rüya yoluyla sabit olan hadislere bakış açımız da -bu hadisler yeni bir ibadeti veya hükmünü ortaya koyar mahiyette olmadığı sürece- gören kişinin velayetine hüsn-ü zanla mezkûr hadislerin Hz. Peygamber ﷺ ’den sudûruna itikat etmek şeklindedir. Nitekim bunu geride beyan ettik. Hükmî konularda itibar isnatla sabit olan hadisleredir. Sünnet diye kastedilen de bu hadislerdir. Gayrısı müstakil bir delil olma anlamında her hangi bir şey ifade etmez.
Bir imamın kitabında gördüğümüz her bir hadisi isnat tahlili ve tenkidini yapmaksızın nakletmemeliyiz. Selefin bu konudaki tavrı budur. Bunların misallerini de geride zikretmeye çalıştık. Makalemizi İmam eş-Şa’rânî’nin şu ifadeleri ile bitirelim:
Büyüklerin ahlaklarından biri de; tarikat erbabının hallerinden birini inkâr ettiklerinde yahut onlara bir şey emrettiklerinde karşı gelmeyip fakihlere uymaktır. O fakihin kendi görüşünü bırakıp onun görüşüne döneceğini bilmesi durumu müstesna. Çünkü fakih gayrısını bilmediği bir daire içerisindedir. Buna göre; mesela bir fakih kutup, bedel, veted gibi şeylerin aslının olmadığını söyleyecek olsa ona “evet” de ve bu sözünle de bu gibi şeylerin onun katında aslının olmadığını kastet! “Veliler bitmiştir artık onlardan hiç kimse kalmamıştır” dediğinde ona “doğru söylüyorsun” de! Bu onun zannına göre demektir.
Aynı şekilde “Hızır’ın varlığı yoktur” derse ona “evet”de. Hele de şayet İbn Teymiye gibi buna inanmayan birinin sözünü getirirse…Bir kısım insanlar bu ahlaka muhalefet edip fakihlerle tartışmaya giriyor ve aralarında şerler, nefretler ve bu taife hakkında kötü konuşmalar meydana geliyor. Önceki şeyhler böyle değillerdi.Kardeşim Şeyh Efdaluddin Rahimehullah ile bir fakih oturduğunda ve onunla ilim konusunda konuşmak istediğinde ona “İmam Gazalî şöyle şöyle dedi” derdi. Bunu (neden böyle yaptığını) ona söylediğimde şöyle derdi:
"Bizim bunlara Gazali’den nakiller yapmamızın sebebi, İmam Gazzali’nin de tasavvufla tanışmadan önce onların dairesinde olmasıdır. Ben onlara kendi dairelerinden olmayan birinden nakil yapsam bunu bizden kabulle karşılamazlar."[120]
İfade ettiğimiz doğrular Allah’tan olup yanlışlar nefsimize ve Şeytan’a aittir. Rabbim cümlemizi doğruyu arama talebinde sabitkadem eylesin ve bizlere asırlardan beri tevarüs edip gelen ulemanın yolu, çizgisi, usulü ve üslubuna iktidada muvaffakiyetler bahş eylesin! Âmin…
Beri yanda hadisleri hüsn-ü zan üzere nakledip sıhhat zaaf ayrımı yapmayan salih insanlar, hadislerin daha çok amel boyutuyla ilgilenmişler ve bu sebeple birçok hadis nakletmişlerdir. Bu tavır karşısında pek tabii olarak muhaddisler tarafından -ibadetleri ve takvaları teslim edilmek kaydıyla- bu mevzuda tenkit edilmişlerdir. Bizlere düşen bu noktada işin ehli olan muhaddisleri dinlemek ve onların hadis dediğine hadis demek ve demediklerine de hadis demeyip nakletmemektir.
Ehl-i sünnetin bil-ittifak tutumu budur.Keşif ve rüya yoluyla sabit olan hadislere bakış açımız da -bu hadisler yeni bir ibadeti veya hükmünü ortaya koyar mahiyette olmadığı sürece- gören kişinin velayetine hüsn-ü zanla mezkûr hadislerin Hz. Peygamber ﷺ ’den sudûruna itikat etmek şeklindedir. Nitekim bunu geride beyan ettik. Hükmî konularda itibar isnatla sabit olan hadisleredir. Sünnet diye kastedilen de bu hadislerdir. Gayrısı müstakil bir delil olma anlamında her hangi bir şey ifade etmez.
Bir imamın kitabında gördüğümüz her bir hadisi isnat tahlili ve tenkidini yapmaksızın nakletmemeliyiz. Selefin bu konudaki tavrı budur. Bunların misallerini de geride zikretmeye çalıştık. Makalemizi İmam eş-Şa’rânî’nin şu ifadeleri ile bitirelim:
Büyüklerin ahlaklarından biri de; tarikat erbabının hallerinden birini inkâr ettiklerinde yahut onlara bir şey emrettiklerinde karşı gelmeyip fakihlere uymaktır. O fakihin kendi görüşünü bırakıp onun görüşüne döneceğini bilmesi durumu müstesna. Çünkü fakih gayrısını bilmediği bir daire içerisindedir. Buna göre; mesela bir fakih kutup, bedel, veted gibi şeylerin aslının olmadığını söyleyecek olsa ona “evet” de ve bu sözünle de bu gibi şeylerin onun katında aslının olmadığını kastet! “Veliler bitmiştir artık onlardan hiç kimse kalmamıştır” dediğinde ona “doğru söylüyorsun” de! Bu onun zannına göre demektir.
Aynı şekilde “Hızır’ın varlığı yoktur” derse ona “evet”de. Hele de şayet İbn Teymiye gibi buna inanmayan birinin sözünü getirirse…Bir kısım insanlar bu ahlaka muhalefet edip fakihlerle tartışmaya giriyor ve aralarında şerler, nefretler ve bu taife hakkında kötü konuşmalar meydana geliyor. Önceki şeyhler böyle değillerdi.Kardeşim Şeyh Efdaluddin Rahimehullah ile bir fakih oturduğunda ve onunla ilim konusunda konuşmak istediğinde ona “İmam Gazalî şöyle şöyle dedi” derdi. Bunu (neden böyle yaptığını) ona söylediğimde şöyle derdi:
"Bizim bunlara Gazali’den nakiller yapmamızın sebebi, İmam Gazzali’nin de tasavvufla tanışmadan önce onların dairesinde olmasıdır. Ben onlara kendi dairelerinden olmayan birinden nakil yapsam bunu bizden kabulle karşılamazlar."[120]
İfade ettiğimiz doğrular Allah’tan olup yanlışlar nefsimize ve Şeytan’a aittir. Rabbim cümlemizi doğruyu arama talebinde sabitkadem eylesin ve bizlere asırlardan beri tevarüs edip gelen ulemanın yolu, çizgisi, usulü ve üslubuna iktidada muvaffakiyetler bahş eylesin! Âmin…
و صلى الله تعالى عليه و سلم تسليما، والحمد لله رب العالمين
ÖMER FARUK KORKMAZ---------------------------------[118] Celalettin es-Suyûtî, “el-Leâli’l-Masnû’a”, I/2 Daru’l-Ma’rife, Beyrut-Lübnan[119] Ebu Abdillah Hüseyn el-Cûzekânî, “el-Ebâtîl ve’l-Menâkîr”, I/129, Müessesetu Dari’d-Da’ve, Hind, 2002, B.IV[120] Abdülvehhâb eş-Şa’rânî, “Tenbîhu’l-Müğterrîn”, s. 112, Daru’l-Kubâ, DımeşkYazar: Ehli Sünnet Vel Cemaat Müdafaa
0 yorum:
Yorum Gönder