Featured Posts

ASLINA DÖNMEK


İslam’ın hükümlerinin üç ana kısma ayrıldığını ve bunların inanç, amel ve ahlaka dair olduğunu yazmıştık. Bu hükümlerin temeli ise nefse muhalefettir. Kul her ne zaman Allah-u Zülcelal Hazretlerinin bir hükmünü icra etse bu nefsin zoruna gider, ona ağır gelir. İmam-ı Rabbani Hazretlerinin buyurduğu gibi nefsin bütün davası kendi dediğinin olmasıdır. İslam’ın hükümlerini yerine getirmekte nefse düşmanlık etmek vardır. Ehlisünnet velcemaat inancı nefse muhalefettir. Dört mezhebe göre amel etmek nefse muhalefettir. Ahlakla alakalı hükümlerin hulasası olan tasavvuf-tarikat kaideleri nefse muhalefettir. Hak yoldan sapmalar hep nefse uymaktan dolayı meydana gelmektedir. Gerçek İslam olan ehlisünnet akidesinden ayrılanlara hadis-i şeriflerden yola çıkarak verilen isim ‘ehl’ül-ehva’ yani nefislerinin arzularına uyanlardır. Şeytan onlara nefislerinin hoşuna giden şeyleri süslü göstermektedir. Kulların tembelliği bu işte şeytana yardımcı olmaktadır. İslam’ın emirlerinden ağırlanan nefse şeytanın gösterdiği istikamette yürümek daha kolay gelir. Düşünün ki stadyumlarda soğuk kış şartlarına, kara, yağmura rağmen sesi kısılana kadar saatlerce bağırmaktan, hoplamaktan-zıplamaktan üşenmeyen nefis iki rekât namaz söz konusu olunca yalandan hastalığa tutulur. Çünkü birinci durumda nefsin dediği olmakta, ikinci durumda başkasının yani Mevla Teâlâ’nın dediği olmaktadır.  Bu girizgahı neden yaptığımıza gelince; Özellikle son yüzyılda ehlisünnet içinde bile öyle akımlar, fikir hareketleri meydana çıktı ki saymakla bitmez. Peki, neden muvaffak olamıyoruz? Bunca fikir ve aksiyon adamlarına rağmen neden Müslümanlar hala mağlup durumdadır? Neden bir türlü belimizi doğrultamıyoruz? Çünkü biz selef-i salihînin yani geçmiş büyüklerimizin yolunu terk ettik. Onların yolu neydi? İlim, irfan ve cihad. Şeriat, tarikat, hakikat ve marifet. Onların yolu ilim, ibadet, zikir, tefekkür, cihattan ibaret idi. Temeli nefse muhalefet olan o kutlu yolla dünyaya hakim olmuşlardı.  Bizler ise nefse düşkün olduğumuzdan, nefse esir olduğumuzdan onların yoluna salik olmadık. İstedik ki hem nefsin dediğini yapalım hem de dünyada rahat yaşayalım. Fakat ikisi bir arada olmazdı. Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve sellem)’in haber verdiği gibi dünyada rahat yoktu. Dünyada nefisle, şeytanla, nefisleşmiş, şeytanlaşmış insanlarla cihat etmek gerekiyordu. Ashab-ı kiram gibi gece abid, gündüz mücahid olmak gerekiyordu. Bizler ise hamasi nutuklarla işi geçiştireceğimizi zannettik.’ Zaman ahir zaman zikre gerek yok.’ , ‘Cemaatle namaza devam etmesek de olur.’,  ‘Haremlik-selamlık bu zamanda olmaz.’,  ‘Medresede diz çürütmeye ne lüzum var.’,  ‘Topluma, çevreye uymak lazım.’ dedik. Sarığa, sakala, şalvara, cübbeye şekilcilik diyerek Allah’ın düşmanlarına benzemekte bir sakınca görmedik. Allah’ımız düşman karşısında savaşırken bile kurtuluşun yolunu Allah’ı çok zikretmek olarak beyan etmesine rağmen bizler zikri küçümsedik. Teşbih zamanı değil dedik. Çünkü bunlar nefse ağır geliyordu. Biz ise tembelliğimizi, nefse uymamızı fikir üreterek kapatmaya çalıştık. Oysa bin dört yüz yıllık reçete önümüzdeydi. Allah’ın rızasına giden yolda nefse acımamak lazımdı. Osman Gazi olmak istiyorsan Edebali’nin, Yıldırım Beyazıt olmak istiyorsan Emir Sultan’ın, Fatih olmak istiyorsan Akşemsedin’in önüne diz çökeceksin. Hem de sultan olarak değil, derviş olarak. İtaat ve teslimiyetle. Kısaca söylemek gerekirse; “Aslımıza dönmeliyiz.” Allah-u Azimüşşan bizlere hakkı, hakikati göstersin. Nefse kölelikten bizi kurtarsın.

ŞEFİK KOCAMAN HOCA EFENDİ 11,08,2016
Paylaş: Google Plus

Yazar: Ehli Sünnet Vel Cemaat Müdafaa

    Blogger Yorumları
    Facebook Yorumları

0 yorum:

Yorum Gönder